iki kardeş
Annemin haykırışıyla birlikte kapının gıcırtılı sesi yankılandı. İçeriden gelen ağır bir koku, eski ahşap kapının arkasında yıllardır saklı kalmış bir şeylerin varlığını hemen hissettirdi. İçimden gelen bir ürpertiyle geri adım atmak istedim, ama sanki bir şey beni o kapının ardındaki gerçeğe doğru çekiyordu. Annem hızla kapıyı kapatmaya çalıştı ama o an bir şey gözüme çarptı: Kapının aralığından süzülen karanlığın içinden bir çift göz bana bakıyordu. Soğuk ve cansız… Bir insan mıydı, yoksa karanlığın oyunu muydu, emin olamadım.
“Anne, bu nedir?!” diye bağırdım, ama sesim titriyordu.
Annem elleriyle yüzünü kapattı, dizlerinin üzerine çöktü ve hıçkırıklara boğuldu. “Oğlum… keşke buraya gelmeseydin,” dedi. Sesi bir fısıltı kadar zayıftı. “Ben çok büyük hatalar yaptım. O kapının arkasında kalan her şey, geçmişimdeki günahların bedeli.”
Yutkundum, bir adım daha atarak kapıyı iyice açmak üzereyken annem, “Hayır!” diye bağırarak bileğime yapıştı. “Onu orada bırakmalısın!” Sesi çaresizlik doluydu, gözleri ise hem korku hem de pişmanlıkla doluydu. Ama o an geri dönüş yoktu. O kapı açılacaktı.
Kapının tamamen açılmasıyla birlikte karanlık odayı görebildim. İçeride yalnızca zayıf bir ışık süzülüyordu ve duvarlar rutubetliydi. Ancak en korkuncu, bir köşeye zincirlenmiş gibi duran yaşlı bir adamdı. Derisi kemiklerine yapışmış, saçları uzun ve dağınıktı. Bir yandan hırıltılı nefesler alıyor, bir yandan da boğuk sesler çıkarıyordu. Gözlerim şaşkınlıkla ona kilitlenmişti.
“Anne… bu kim?” diye sordum, sesi titreyen bir tonla.
Annem, gözleri yerden kalkmadan cevap verdi. “O… eski eşim. Babandan önceki adam.”
Dilim tutuldu. Zihnimde parçalar birleşmeye çalışırken annem devam etti, “Onunla gençken büyük bir aşk yaşamıştık, ama… işler karanlık bir hale geldi. O beni bırakmak istemedi, hayatımı cehenneme çevirdi. Onun yüzünden babanla tanıştım ve evlendim. Ama geçmiş peşimi bırakmadı, asla. Ona yardım etmedim, onu burada terk ettim. Şimdi ise… işte burada. Onu bu halde bıraktım.”
Adamın zayıf hırıltıları, yılların pişmanlığını taşıyordu. Bunca yıl annemin bu sırrı taşımasına inanamıyordum. “Peki babam?” dedim. “Bize neden anlatmadı?”
Annem başını salladı. “Oğlum, baban bilmiyordu. Kimse bilmiyordu. Sadece ben ve bu evin duvarları biliyordu.” Bir an için gözleri bana baktı, yılların yorgunluğu ve acısı gözlerinde belirmişti. “Benim lanetim bu, oğlum.”
İçimde bir öfke kabarmaya başladı. Annemin bunca yıl bu sırrı taşıyıp bizi terk etmesine anlam veremiyordum. “Bunu neden yaptın? Bizi neden terk ettin?”
Annemin gözleri bir an parladı, ama hüzün ve suçluluk daha ağır basıyordu. “Ondan kaçmak istedim. Sizleri onun karanlığından korumak için… ama sonunda hepinizden uzaklaştım. Kaçmak, çözüm değildi.”
Zincirlerin hırıltılı sesi yankılandı. Yaşlı adam başını hafifçe kaldırıp bana bakıyordu, gözleri boştu ama içinde derin bir acı vardı.
O an bir seçim yapmak zorunda olduğumu hissettim. Ya bu karanlık geçmişin içinde kalıp annemi ve o adamı bu korkunç kaderle yüzleştirecektim, ya da her şeyi geride bırakıp kendi hayatıma dönüp bu yükü taşımamaya karar verecektim. Ama hangi yolu seçersem seçeyim, o karanlık kapı sonsuza kadar zihnimin bir köşesinde açık kalacaktı.
Annem ağlayarak tekrar yalvardı, “Oğlum… beni affet… ama bu kapıyı bir daha açmamalısın. Geçmişi geri getiremeyiz. Ama senin geleceğin… senin hayatın… bu evin karanlığında kaybolmasın.”
Bir an için durdum, zincirlenmiş adama baktım. İçimde bir öfke, acı ve karmaşa vardı. Ama sonunda anneme dönüp sadece şunu söyledim: “Bize ait değilsin artık.”
Arkamı dönüp çıkış kapısına yöneldim. Annemin hıçkırıkları ve yaşlı adamın hırıltıları arkamda kalırken, bir daha asla geri dönmemek üzere bu evi terk ettim. Kendi hayatımı, kendi kararlarımla yaşamaya devam edecektim. Geçmiş, kapının ardında kalmıştı—ama onun gölgesi, her zaman peşimde olacaktı.