ben bu işe zorlayan adamı

Bir gün, yine dışarı çıkmaya cesaret edemediğim o saatlerde evde oturuyordum. Kafamda sürekli aynı düşünceler dönüp duruyordu: “Neden bunu yaşamak zorunda kaldım? O adamı bulup iki kelime edebilseydim, her şey değişir miydi? Belki de geçmişi geri alamazdım ama en azından ona olan öfkem biraz olsun dinerdi.”

Dışarıdan gelen hafif ayak sesleriyle irkildim. Bir an için kimin geldiğini anlayamadım. Kapıya doğru yaklaşırken kalbim hızla atmaya başladı. O sırada kapı tıklatıldı. Hiç kimseyle yüzleşmeye cesaretim yoktu; kim olduğunu öğrenmeden açmayı düşünmüyordum bile. Ama kapı bir kez daha çalındığında, bu kez daha kararlı bir tınıyla, içimde tuhaf bir merak belirdi.

Yavaşça kapıya yürüdüm ve derin bir nefes alarak açtım. Karşımda, hiç beklemediğim birini buldum. Gözlerime inanamıyordum. O adam… O beni bu hayata zorlayan adam, bir şekilde karşıma çıkmıştı. Adeta kader, en karanlık anımı tekrar ayağıma getirmişti. Gözlerim ona kilitlenmişken, boğazımdan kelimeler dökülmüyordu. Öfkem içimde kaynıyordu, ama bir anda içimde başka bir şey belirdi: Korku.

Adam, başını öne eğmiş, bana bakmadan duruyordu. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, sadece bir yabancı gibi kapımın önünde. O an, içimdeki ses bağırmamı, hesap sormamı söylüyordu. Fakat başka bir ses, derinlerden gelen bir sessizlik, beni durduruyordu. Zor bir sessizlik oldu.

Sonunda, o karanlık sessizliği bozan ilk kişi o oldu. Yavaşça başını kaldırdı, derin bir nefes alarak, boğuk bir sesle “Sana yaptıklarımın farkındayım,” dedi. “Geçmişte yaptığım şeyin sonuçları beni de takip ediyor. Ama bu yaptığımı telafi edemeyeceğimi biliyorum.”

O an her şey daha da zorlaşmıştı. Onun suçluluğu, benim öfkemin duvarlarını yıkacak kadar kuvvetliydi. Söylemek istediğim her kelime, ona bağırmak, ona olan kinimi kusmak istiyordum. Ama dilim dönmüyordu. Neden? Çünkü o an bir şey fark ettim: Onu affetmek değildi mesele, onun yüzüne her şeyi haykırmak da değildi. Mesele, onun benden çaldığı şeyleri geri kazanmak için ne yapacağımı bilmememdi.

Kendimi toparlayıp, “Buraya neden geldin?” diye sordum, sesi titreyen ama içimde bir volkan gibi patlamak üzere olan kelimelerle.

Bir süre sessiz kaldı, sonra gözleri hala yerde, “Kendimle yüzleşmek için,” dedi. “Sana her şeyi anlatmak istiyorum, ama bunu yapmaya hakkım olup olmadığından emin değilim.”

O an ne yapacağımı bilemedim. Kapının eşiğinde, dünyamın karanlık tarafıyla yüz yüze gelmiştim. Onu içeri davet etmek ya da kapıyı yüzüne kapatmak arasında bir tereddütte kaldım. Ama içimde bir şey, ne kadar zor olursa olsun, bu yüzleşmeye ihtiyacım olduğunu söylüyordu. İçeri girmesine izin verdim, çünkü ne kadar imkansız görünse de, bir yolculuk başlıyordu — hem onun için hem de benim için.

Bu, sadece geçmişle yüzleşme anı değildi. Bu, artık geçmişin beni kontrol etmesine izin vermeme kararının başlangıcıydı.